Değirmenci Dergisi Sayı:126 Eylül-Ekim 2021

80 RÖPORTAJ EYLÜL - EKİM 2021 YEM SANAYİNİN HUBUBAT TALEBİ DÜŞMELİ, MERALARIN PAYI ARTMALI Üçüncü olarak yem sanayisinin hububat talebini düşür- memiz gerekiyor. Hayvan yeminde hazır yemin oranı azal- malı, meraların payı artmalı. Bu, yem sanayinin kullandığı buğdayın bir kısmının gerisin geri gıda sektöründe kalma- sını sağlayacaktır. Dördüncü olarak da devletimizin çiftçiliğin yüksek teknoloji ile verimli bir şekilde yapılmasını sağlayacak hukuki, ekono- mik ve sosyal bir ortamı oluşturarak teşvik edici olması ge- rektiğini düşünüyorum. Sözleşmeli tarım uygulamasının ise üretimi az olan, çiftçinin tercih etmediği bazı ürünlerde veya spesifik buğday çeşitle- rinde faydalı olacağını düşünüyorum. Salgın sonrası, “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Salgın bir milat olacak” deniliyor. Zaten bunun etkilerini hayatın birçok alanında yaşıyoruz. Peki değirmencilik en- düstrisinde nasıl bir süreç var önümüzde? Bu salgın sizce sektöre ne gibi yenilikler, değişiklikler veya standartlar getirecek? Pandemi öncesinde dahi yükselmekte olan tersine global- leşme (deglobalisation) pandemi ile birlikte biraz daha güç kazanmışa benziyor. Ülkeler özellikle temel gıda maddelerin- de dışa bağımlılıklarını azaltacak adımlar atacaklardır. Tarım- sal üretim ve gıda işleme sanayileri daha da önem kazana- caktır. Aynı şekilde gıda tedarikçilerini çeşitlendirecekler, tek bir tedarikçi ülkeye bağlı kalmak istemeyeceklerdir. Başta buğday olmak üzere tahıl üretimini artıran Rusya ve Ukrayna gibi Karadeniz komşularımız, değirmencilik altyapılarını yeniliyor. Rus hükümeti, hammadde yerine katma değeri yüksek ürünler satılmasını teşvik ediyor. Bu gelişmeler, Türk uncusu için bir tehdit/risk midir? Pazar payının daralmaması için ne gibi adımlar atılmalı? Öncelikle karşı karşıya olduğumuz riskleri analiz ede- bilmek için dünya un ticaretini mercek altına almamız ge- rekiyor. Biz şirket içi analizlerimizde dünya un ticaretini üç kategoriye ayırıyoruz. Birinci kategori sınır ticareti şeklinde yapılan ihracatlar. Burada sınırın bir tarafında rekabetçi bir un üreticisi var, diğer tarafında ise un ihtiyacı olan başka bir ülke var. Örnek Türkiye’nin Suriye ve Irak ihracatları, Kazakistan’dan Afganistan’a yapılan veya Arjantin’den Bo- livya’ya yapılan ihracatlar. Sınır ticaretinin, alıcı ve satıcının çoğunlukla birbirini tanıması, lokal para birimiyle ödeme, kredi mekanizması, transit sürenin deniz aşırı ithalata göre çok kısa olması, ürünün tesliminde taze olması gibi avan- tajları var. Bu ticarete sınırdaş olmayan üçüncü bir ülkenin ununun girmesi çoğunlukla pek mümkün olmuyor. Ça- lışmalarımız bu tip sınır ticaretinin dünya un ticaretindeki payının 6.5 milyon ton ile %47 mertebesinde olduğunu gösteriyor. İkinci ihracat kategorisi bir ticaret bloğu içerisinde yapılan ihracatlar. Burada da ülkeler arasındaki gümrük birliği an- laşmaları sayesinde ülkeler birbirlerine ithalat vergisi öde- meksizin un ihracatı yapabiliyorlar. Avrupa Birliği, ECOWAS, COMESA, MERCOSUR ve ASEAN en önemli ticaret blokları. Bu sayede ASEAN ülkesi Vietnam, diğer bir Asean ülkesi Tayland’a; COMESA üyesi Mısır yine COMESA üyesi Mada- gaskar’a ya da ECOWAS üyesi Gine bir diğer ECOWAS üye- si Siera Leon’a blok dışındaki ülkelerin tabi olduğu ithalat vergilerini ödemeksizin ihracat yapabiliyor. İthalat vergisinin çok yüksek olduğu ülkelere ticaret bloğu dışından bir ülke- nin ununun girmesi vergi dezavantajı nedeniyle yine çok mümkün olamıyor. Ticaret bloğu içinde yapılan ihracatın toplam dünya ihracatına oranı %33 seviyesinde. Üçüncü un ihracat kategorisi ise deniz aşırı ihracat. Bunda rekabetçi bir ülke sınırdaş ya da aynı ticaret bloğu içinde olmadığı başka bir uzak ülkeye ihracat yapıyor. Bu- nun da en iyi örneği tabi ki Türkiye. Deniz aşırı un ihraca- tının toplam dünya ihracatı içerisindeki payı 2.7 milyon ton ile %20 seviyesinde ve Türkiye deniz aşırı un ihracatının %60’ını tek başına gerçekleştiriyor.

RkJQdWJsaXNoZXIy NTMxMzIx